Zavallı Barış parçalanmış bir ailenin çocuğu idi. Ayrılmış anne baba Almanya’da çocuk da, anneannesinin yanındaydı. Ve Barış’ ın kaybolduğu haberi düştü gazetelere. Biz, Ender Coşkun ile, Amerikan polislerinin çalışmasına benzer bir sistemle iş yapıyorduk. Polisiye olaylarının tüm gelişmelerini panomuza asıyor ve oraya bakarak, geçmişten baktığımız ana kadar gelişmeleri hemen hatırlıyor ve ona göre çalışıyorduk.
Tüm aramalara rağmen Barış bulunamıyordu. Ender Coşkun, sabah toplantısında sahaya çıkmamız gerektiğini söyledi. Sahaya çıkmak bizim aramızda bir parola gibiydi. Yani olayın içine girmemiz gerekiyordu. Toplantıda, Barış konusunu üstün körü geçtik. Diğer haber konularını arkadaşlara dağıttık.
Odaya kapandık… Ender Coşkun, “Ne yapalım Mutlu, benim aklımda bir şeyler var. Sen ne düşünüyorsun?” diye sordu. Bir çocuk hiçbir iz bırakmadan kaybolamazdı. Gerçi polis, eni konu araştırıyordu ama, gözden kaçan bir şeyler illaki vardı. “Biz” dedi Ender, “Bu çocuğu biz buluruz.”
Tekrar bilgileri gözden geçirdik. Acaba faili bulunmayan çocuk cinayetleri daha önce olmuş muydu? Bunu bulmanın ne faydası vardı, katili yakalanmış mıydı? Yakalandıysa, zaten hapiste olurdu. Ve bu cinayeti işleyemezdi.
Ender “Peki” dedi. Ya serbest bırakıldıysa…
“Yok artık” diye tepki verdiğimde Ender Coşkun “Dur birader… Kestirip atma. Bu adam akıl hastası olduğunu ispatlamış mesela. Raporu var ya da mahkeme adli tıpa sevk etmiş ve akıl hastası olduğu anlaşılmış. Ne yaparlar bunu?”
Düşündüm… “Akıl hastanesine kapatırlar” Ender soruyordu: “Ne kadar yatar?” Yine düşündüm ama, kafamda şimşekler çakmaya başladı. “Ender, iki yıl bile yatmaz” dedim.
“Bak Mutlu, böyle bir adam var mı, böyle benzer bir cinayet işlenmiş mi, bir akıl hastasının işlediği cinayet var mı? Bunu bulmalıyız”
SERİ KATİLİ NASIL YAKALATTIK?
İşte bu İzmir’deki seri katil olayının kağıt üzerinde çözümüydü… Derhal işe koyulduk. Çok değil birkaç saat içerisinde arşiv çalışmalarından bir sonuca ulaştım… Evet tam da böyle bir cinayet vardı. İki çeşmelik caddesinde, 1985 yılında 13 yaşındaki bir çocuk, cinsel tacize uğrayıp öldürülmüştü. Katili Ayhan Korniş, diye biriydi. Cezai ehliyeti olmayan bu kişi, önce Manisa Akıl Hastanesine, sonra da Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatırılmış…
Yazı işleri müdürüm, Manisa’ya giderek adamın akibeti hakkında bilgi edinmemi söylediğinde hemen yola çıktım. Manisa Hastanesi’nin baş hekimi olayı hatırlıyordu. “O, Baktırköy’e sevk edildi” dedi. Açıp sormasını rica ettim. Kırmadı ve telefonu bağlattı. Konuştu ve o müthiş cevabı verdi. “İki yıl önce çıkmış”
Kayıtlarını aldım, adreslerini topladım. Sanırım üç-dört adresi vardı. Değişik zamanlarda oturduğu yerlerdi. Evliydi ve karısının boşanma davası açtığını da bilgilerime ekledim. Ama mevcut adreslerde bulunamıyordu. Bir ödül koymalıydık. İnsanları cezbedecek bir ödül… İllaki tanıyan birileri olmalıydı.
Ender Coşkun, bu günün 200 bin lirasına denk olacak bir ödül koydu. Gazetede çocuk hakkında doğru bilgi verenin bu ödülü alacağını duyurduk.
Ender Coşkun’un odasında o zamanın teknoloji harikası diyebileceğim bir telefon vardı. Küçük kasetlere konuşmalarlı kaydediyor ve tekrar dinleme imkanı veriyordu.
Telefonlardan başımızı kaldıramıyorduk… Ender Coşkun’un odasında başka hiçbir iş yapmadan telefonu dinliyor ve kayda alıyorduk. Gelen telefonların hemen hepsi boştu… Ama saatler sonra, sesini değiştirmeye çalışan bir adam vardı telefonda…
-Barışı ben öldürdüm. Göklerden emir aldım. Barışı ben öldürdüm. Bulmak istiyorsanız, bekleyin. Yine arayacağım” dedi. 1985 yılındaki gazete haberini panodan çekip aldım. Aynı ifade haber olmuştu. Gökten gelen emir, öldürmemi istiyor”
Bir süre bakıştık. Ender “Bulduk adamı” dedi. İyi ama, neredeydi?
Bandı belki de yüzlerce defa dinledik. Polise yanlış bilgi de vermek istemiyorduk. Çok kalabalık bir yerden arıyordu bizi… Muhtemelen ağzını eliyle kapatıp konuşuyordu. Aynı Amerikan filmlerinde olduğu gibi saatlerce durdurup durdurup dinliyorduk. Hatta gazetenin diğer müdürleri arada bir odaya uğrayıp, “Siz delirdiniz” diyorlardı.
Ender Coşkun çok minik bir ayrıntı yakaladı. Dış seslerden biri sanki, “Buca SSK” diyordu. Ya birine Buca SSK Hastanesini soruyordu ya da bir yer tarif ediyordu…
Ama bu sesi ayrıt etmek için yüzlerce ve yüzlerce kez bantı dinlemiştik. Ama Ayhan Korniş denilen adamın evi Buca’nın neresindeydi?
Biraz daha bekledik. Sanırım ertesi günüydü.
Bir telefon daha geldi… Ender, eliyle işaret edip, beni odasına çağırdı. O yine aynı şeyi tekrarlıyordu. “Barışı ben öldürdüm. Onu almak istiyor musunuz?”
Ender zarfı attı… “Ayhan nerede saklıyorsun çocuğu, sağ mı” diye sordu… Sustu… Bir iki garip ses çıkardı ve telefonu kapattı.
Evet… Artık şüphemiz yoktu…
O Yıllarda Asayis Şube Müdürü Mehmet Türker’di… Onunla buluştuk, elimizdeki bulguları verdik. Ertesi sabaha kadar polis, Ayhan Korniş’in adresini buldu. Soyadını değiştirmiş, Ayhan Kartal yapmıştı… Bir çok çocuk cinayetinden sorumlu tutuluyordu. Ama sadece İkiçeşmelik’tekini itiraf etmişti..
Ertesi sabah operasyon yapıldı. Buca’daki evinde yakalandı. Cocuğun cesedini evde sandığın içinde saklıyordu. Polis sandığı ona açtırdı. Kesif bir çürüme kokusu ortalığa yayıldı.
İşte Seri Katil, Ayhan Kartal böyle yakalandı. Yine bir sene Akıl Hastanesi’nde kaldı, çıktı ve bir cinayet daha işledi. Üçüncü kez akıl hastanesine girdiğinde bir başka seri katil tarafından bıçaklanarak öldürüldü…
Zavallı Narin bana bu cinayeti hatırlattı. Hayret ettiğim şey ise, katilinin hala bulunamamış olması…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.